Öte yandan Kur’an tayf ve katmanlar sayısı 7 üzerine kuruludur. 7 gökten başka, 7 iç-içe dünyadır ki, bunun en altı SİCCİN’dir. 7 göğün doruğu da göklerin bittiği İLLİYYİN’dir.
Zahiri anlamda ise gerçekten yer 7 kattır (ara katmanlarıyla 28 tanedir.) Yerkürenin içinde ağır metallerin çöküp soğumadıkları için eriyik hâlinde kaldığı ateşten denizler bulunmaktadır. Demir, nikel gibi en ağır metaller daha içte, alüminyum, silisyum daha yukarıdadır. Bunların ara kesitlerde (yer felekleri) karıştığını, sonra en üstte yanardağının akıttığı lav (magma) yani magnezyum katmanları ve ergimiş toprak (silisyum) içerdiğini biliyoruz. Okyanuslar ve karalar, plakalar hâlinde (altlarında dibi erimiş, yüzü soğumuş) kıta salları üzerinde yüzerler. Bunun üzerinde türlü kabuk katmanları vardır. 6 bin kilometrelik bu çap boyunca, bizler sadece elmanın kabuğundan da ince bir su küre=Hidrosfer ve kaya küre=litosferin bulunduğu bir ince felekte yaşarız.
Maden ocaklarındaki seviye altında yasamak sıcak yüzünden ve yüksek dağlarımız üzerinde de yaşamak soğuk ve oksijen sıkıntısı nedeniyle imkânsızdır. Hayat, en fazla 6 km ye Kadar mümkün olmaktadır ki, buraya (Biyosfer) denmektedir.
Bu yükseklikten itibaren giderek oksijen azalır, nefes almak mümkün olmaz. Bu tabaka, üstümüzdeki koruyucu tavana kadar ulaşan trapez (Troposfer) katmanıdır. Su buharı (bulut ve nem) yükseklerde güneşin, kızılötesi denen zararlı ışınlarını emerek durdurur ve koruyucu tavan işlevlerinden birini oluşturur. Hem de radyo dalgalarının uzaya kaçmasını önleyerek bize tekrar yansıyıp gelmesini sağlarlar. Böylece radyo dinlememiz mümkün olur. (Van Allen kuşakları)
Troposferin en üstünde ise, özellikle yanardağ püskürüğü bir toz tabakası vardır. O tabaka, oluşum sırasında yanardağ indifalarının külleri yeryüzünden hayatı silmemesi için yaratılmıştır. Bu toz tabakası, genetik olarak bitkileri, canlıları “devleştirmekte” olan bir “yukarı yeryüzü” gibidir, Kafdağı da bir anlamda burasıdır.
Onun üstünde ise koruyucu tavanların en önemlilerinden biri olan “OZON” tabakası gelmektedir. Koruyucu tavanın şimdiki yırtığı yüzünden zararlı ışınların süzülüp filtre edilmesi işlemi tehlikeye girmiştir. Oksijenin son limiti olan bu tabaka, dışarıdan gelen zararlı ışınları (O3) molekülü oluşturarak durdurmaktadır. Şimdiki güncel yırtık yüzünden zararlı ışınlar (Kâzif = Şeytanlara taş atmalar) Hasif (göğün taşlanan şeytandan korunmasında aleyhte açılan gedik) oluşturmaktadır.
Ozon özellikle mor-ötesi denen kanserojen ışınları durdurmaktadır. Bunun sonucu türlü kanser (özellikle çıplakların can attığı bronzluğun bedeli olan CİLT KANSERİ) ortaya çıkmaktadır. Kanser ve AİDS, çağımızın Dabbetlerinden olup, olağan bir hastalık değil; Mutant MESİH (hilkat, yaradılış değişmesi) bozulması olayıdır. Yeryüzünde nükleer bomba denemelerinin (ve kazaların) oluşturduğu bu kanserojen radyasyon, zaten uzayda HEP VARDIR. Dolayısıyla, ozon yırtığı, bir HİLKAT DEĞİŞMESİ yapacaktır. Nükleer bomba deneyleri ile aerosol (sprey gazları) ise ozon tabakasını bir de alttan deldiği için, hem insanların hem iklimlerin hilkatinde değişme (MESİH) oluşmaktadır.
Ozonu ise stratosfer tabakası izlemekte ve türlü katmanlar hâlinde Mezosfer denen “orta katmanlara” ulaşmaktadır. Bunlara harflerle de (atomun enerji seviyelerine eşit bir) sıralama yapılmakta, ya da (İyonosfer örneğinde olduğu gibi) isim verilmektedir. Böylece 6. gök olan en dış tabakaya Egzosfere ulaşılmaktadır.
Yedinci tabaka ise henüz bulunan MAGNETOSFER olup, çevremizde, magnetik akı kuşaklarından oluşan bir ZIRH’tır. “Göğün korunmuş tavanının en üstü” burasıdır. Ay bile şemsiyemiz altında korunur.
İnsanoğlu şimdilik bu limiti geçecek bir teknolojiye sahip değildir. Çünkü “KOZMİK IŞINLAR” denen çok zararlı, çok girgin ışın bulunmuştur. Kozmik ışınların kaynağı, önceki anlayışla Güneş sanılıyordu. Ne var ki Güneş bile bu şiddetli ışını yaratacak güce sahip değildir. Böylece kozmik ışınların bir kaynağı olmadığı, durup-dururken âdeta yoktan var olduğu ya da bir başka yerden “Nakledildiği” kaynağının belirsiz, her nokta olduğu anlaşılmıştır.
İşte bu kozmik ışınların dünyayı bombardıman etmesini MAGNETOSFER önlemektedir. Kozmik ışınlar magnetik akılara yakalandıkları için frenlenirler ve zararlarını biraz olsun azaltırlar. Onlara “Kozmik primer” denmektedir ki, Kur’an’daki adıyla kozmik primerler, ŞİHAB’lardır. “Şeytana taş atmalar” diye bildirilen ve ismen verilen ŞIHABLARI, önceki bandımızın ciltlerinde sunmuştum.
Kozmik primerler, magnetosferden, bize gelene kadar törpülenirler ve daha az zararlı olan “KOZMİK SEKONDERLER” halinde yan ürünler oluştururlar. Bu da Kur’an’da Rahman Suresinin “ŞUVAZ”larıdır. Dolayısıyla, bilimin kozmik ışın dediği ve primer ile sekonder diye iki aşamada tanımladığı kâinat ışınlarının haberciliğini, yine mübarek âyetler “ŞİHAB ve ŞUVAZ” diye önceden haber vermiştir.
Şihabın Şuvaz halinde gelmesi yani kozmik primerin kozmik sekonder olması sırasında bilimin SAĞANAK (Shower) adını verdiği törpülenme olayı oluşur ki, bunu da Rahman suresinin sunduğumuz ayetleri içinde AYNEN SAĞANAK BOŞALMASI biçiminde okuduk. Ayrıca kozmik ışınların yine de yere (ve hâttâ yer altına) sızmaları NÜFUZ diye yine önceden haber verilmiştir. Dolayısıyla YERYÜZÜ DE, KORUYUCU TABAN olmaktadır.
Kozmik primerler törpülenirken, sağanaklar oluşturup sekonder (Şuvaz) hâline gelirler ve talî-yan ürünler oluştururlar. Bunların yan ürünlerinden biri de ultra-kısa morötesi dalgalar olup. Ozon tabakasında tutulur ve bizler salimen “Korunmuş tavan, güvenceli kubbe” altında yaşamamızı sürdürürüz. Kozmik ışınlar, iyonosfere girdiğinde, buradaki atmosfer atomları İYONİZE olarak onları tutarken, iki bilardo topunun çarpışması gibi, biri diğerini fırlatır. İşte bu kâzif olayı da, aynı âyette “NUHAS = iyonize ve hızlandırılmış atom” diye bildirilmiştir. (Buna bakır tanecikleri meali verenler de haklidir, çünkü Nûhas, bir elementin elektronlarının koparılmış, sükûnet bulana kadar tepkimeye girmiş relativistik hızlarla anlatılan metal-ametal çekirdekleridir.)
Bütün bu saydıklarımız, birer MİKROSKOBİK MERMİ’den başka bir şey değildir. Deler geçerler, hatta bunlardan birinin dünyaya düşmesi “Tunguska felâketini” aynen oluşturabilir. Üstelik insanlar gibi, CİNLERİ de öldürmektedir. Kendiliğinden yanan insanlarla; Cinlerin MERDUT olup kendiliğinden yanmaları aynı şeydir:
Cinlerin gerek doğal ölüm biçimleri gerekse Hüddâmcı denen kimselerce yakılması sonucu ölümleri vardır. Cinlerin yakılması alev ya da bildiğimiz ateş ile değil; tıpkı kendiliğinden tutuşan ve hiç bir kalıntı bırakmadan yanan insanlarımızın durumuyla aynı olan “Kozmik ışın” yakmasıdır. (Hüddamcı ya da Cindâr ise, bu kozmik ışınlardan SİMYASAL olan birini “Çağırıp” mermi gibi çarptırdığını öne sürer.)
Hatırlanırsa, daha önceki bandımızda, bazı insanların elektromagnetik aşın fırtınaya yakalanması, ya da bedensiz astronomi denen astral yolculukta, atmosfer dışına çıkıp orada bir kozmik şihab ile karşılaşması sonucu, kendiliğinden yanma kazaları olmaktadır. Bunun somut örnekleri “Philadelphia deneyinde” kendiliğinden tutuşan (deneylenmiş) tayfalardan bir kısmının alev almasıyla da gözlenmiş ve tutanaklara geçmiştir.
Gökler Cinlere yasaklanmıştır: Bunu Kur’an’da bir çok âyet bildirmektedir. (Gökte şeytanlara taş = Şuvaz, nuhas atılması ve göğün taşlanan şeytandan korunması, Mele-i âlâya kulak misafiri olan cinlerin yakıcı Şıhablarla kovalanmaları gibi) Cinlerin bedeni ile ortak bir bedenimiz vardır: Buna nefsimiz ya da onun göstergesi olan “Biyoelektromagnetik-enerji kalıbı beden” diyoruz ki, bunu da Kirlian fotoğrafçılığı görüntülemektedir. Dolayısıyla bircinin bu bedeniyle gökte yukarı çıkması ile, bir insanın (trans hâlinde) ASTRAL yolculuk yapması AYNI şeydir ve AYNI TEHLİKELERE açıktır, her ikisi de aynı mekanizmayla kendiliklerinden alev alırlar. Çünkü beden olarak (Düğüm noktası) yeryüzünde; fakat bilinç-beden olarak (Karın noktası) atmosfer dışındadırlar: Bedenleri, “dışarı” taşınmıştır ve dolayısıyla, kozmik bir ışın (Şıhab, şuvaz, Nuhas) onlara isabet ederek, “Yeryüzüne sığınsalar bile “Kovaladığı” için yakmıştır.
Kendiliğinden yananların kesinlikle, diğer yangınlarda yananlara benzemeyen bir görüntüsü vardır. Kemik, et vb. gibi HİÇ BİR ORGANİK artık bırakmadan KOMPLİKE YANARLAR ve yok olurlar.
Cinlerin de böyle olağan bir yanma biçimleri vardır. Onlar böyle ölürler. Maddî bedenin yanması “KOZMİK SEKONDER” bir yanıştır, fakat Kirlian bedeninin (Aura, esirî gövde, Biyoelektromagnetik enerji-beden) yanması “KOZMİK PRİMER” bir yanış biçimidir ki, işte buna şaşmaktayız. Bu yanış, ışık saçaklı bedenimizin çok yüksek bir Şıhab isabeti alarak, vital (Hayatî) yanının tutuşması ve yitmesi, cinlerle aynı eceli paylaşmaktır. İşte bu da ileri bir anlamda “Güç ve Kuvvetin ATMAKTA” olduğunun delilidir. Lâser ışını gibi delici ve girgin bu bu şıhablar enerji bedeni öldürdüğü için, bunun peşinden maddî bedeni de yakmakta, daha doğrusu birlikte alev alarak ve hiç bir organik iz bırakmadan tutuşup-bitmektedirler.
Morötesi, röntgen ve Laser gibi “LUXON” teknolojisinden de daha girgin yani NÜFUZ edici bu İSABET mekanizması kozmik (Hiperonik, baryonik, nükleonik) yükün iki mislidir ki, hiç bir yük doğada tam sayı olarak biri geçmemelidir. Spin denen dönüleri de 3/2 gibi üstün değerler vermektedir. Kendileri ışık ya da tanecik değil; REZONANS (Delta ya da Nü serisi) birimleridir. Bunların NÜFUZU (Sızma, geçirgenliğe girginliği, içeri işlemesi) her messammata nüfuz edebi len Cinlerden bile çok üsttedir. Cinlere de nüfuz ederek, onları rahatlıkla tutuşturmaktadır.
Bu şiddetli ışınlar, ışık hızının % 99’u hızdadır. Yani cinlerle eşit hızdadır. Bu nedenle de cinler, Şıhab, şuvaz ve nuhaslarla HER AN ve eşzamanlı olarak tehdit altındadır. Oysa insan için bu tehdit kaldırılmıştır. Çünkü biz o parçacık ya da ışınların (ışık hızına yakın hızda olmasıyla “Katı rölativistik bölgede, sonsuz genleşmiş zaman birimi”) dışında kalmakla, rölativiteyi hissedememekteyiz. Dolayısıyla kozmik bu ışınlarla eş-zamanlı olmadığımızdan, bize ŞIHAB isabet etmemektedir. Yani saniyenin milyarlarda-birinden de kısa zamanda doğup-ölen bu rezonanslar bize etkiyecek ZAMAN bulamamakta, fakat, Cinlere “rahatlıkla etkiyecek” zamanı bulabilmektedirler. Gökler bu nedenle cinlere yasak; insanlara “SERBEST”tir. Eğer bilincimiz, yani Kirlian beden ile eşleşen içsel yapımız söz konusu olursa, o zaman cinlerin başına gelen ölüm bizim de ender olarak başımıza gelir ve tutuşturur.
Comments