Önceki kesimden önemli bir sonuç çıkardık: İster bilinç, ister melek olsun, takyonlar, bizimki gibi tüketken değil; üretkendir. Bu durumu bir mıknatısın çifte kutbuna benzetebiliriz. Evrensel Hünnes ve Künnes burada da vardır. Evren ile düşünce bir aradadır. Öteki taraf soyut (kütlesiz) olduğu için direkt olarak etkileşemiyorduk. Bunun yerine “GİZLİ DEĞİŞKENLER” dolaylı olarak araya giriyordu. Böylece başlangıçtaki noktaya dönmüş oluyoruz.
Gizli değişkenlere, nötrinolar ve psitronlar yerine TAKYONLARI önerdik. Takyonlar Gizli değişkenlerdir. Ama nasıl bir mekanizmadır bu?
Kuantum teoremi, Evreni anlamlandıranın BİLİNÇ boyutu olduğunu bildirerek beşinci boyutu önermişti. Takyonlar aynı zamanda bilincimiz olan beşinci boyuttur.
Eksi kütlenin BİLİNCİMİZ olmasını şöyle açıklarız: Eğer biz, +60 kg ağırlığında, ışık hızının iki katı süratle gidebilseydik, kendimizi -60 kg olarak takyon evreninde tartmış olacaktık.
Bu demektir ki, vücudumuz yerine hiç yıpranmayan, yorulmayan, yemeyen, içmeyen bilincimizi vücut edinecektik. Bilincimiz gibi, meleklerin de takyon varlıklar olduğunu boşuna ileri sürmedik. Bilincimiz bireysel; meleklerin bilinci ise evrenseldir.
Demek ki fizik dünyanın olaylarını, düşünce ile «Anlamlandırıyoruz. Düşüncemiz bir boyuttur ve takyondur. Öyleyse BİLİNÇ, gizli değişkenler mekanizmasının ta kendisidir.
Düşünce, enerjinin efendisidir ve enerji de maddenin efendisidir. Düşünce denen boyut ise “TAKYONLAR”dır.
Takyon dinamiğini teorik olarak kurmuştum. Matematik analizlerimin de sağlaması yapılmış “Güvenceli” bulunmuştu.
Sırada, takyonların “Denel” olarak bulunması gibi çok güç bir olay vardı. Bu işi de başardığıma inananlara karşılık kuşkum vardı: Beyindeki bir düşünce kadar SOYUT olan takyonları nasıl, laboratuvara sokabilirdim? Rüyayı ne kadar tutabilirseniz, benden de istenen oydu. Hatta Asimov bana şöyle demişti:
“Düşüncenin resmini ne kadar çekersen, takyonları da o kadar yakalarsın...”
İpucu (ya da cevap) burada saklıydı: Düşüncenin telepatlar arasında bir mesaj olarak iletildiğini biliyorduk. Hatta, vericinin düşüncesini, alıcı olan resim olarak da çizebiliyordu. Bu ruhsal telsiz sayesinde nakledilen soyutun resmi çizilebiliyor, hatta düşünce ile eşya hareket edebiliyordu. (Psikokinezi).
Bu akıl-zihin-bilinç denen soyut boyutun, somut bir etki olarak, fizik dünyamıza girmesidir. Kuantum teoreminin öngördüğü gibi, düşünce ile fizik evrenimiz birleşikti ve sürekli ilişkiler içindeydi: Zihin boyutumuz böylece maddî evrenin BEŞİNCİ BOYUTU oluyordu.
Düşüncenin, fizik evreni nasıl etkilediğinin en görkemli örneği: “Düşünce fotoğrafçılığı” yöntemidir.
1960’lı yıllarda Ted Serious isimli yetenekli bir Amerikalı, fotoğraf makinesi objektifine konsantre olarak baktığında, beynindeki düşünceyi, kameradaki filme nakşetmekteydi.
Oysa flaş patladığı anda, objektif karşısındaki objenin resmini çekmelidir. Bunun yerine “düşüncesinin fotoğrafını” çekmesi inanılmaz bir olaydır. Sonradan Freiburg Üniversitesi Parapsikoloji bölümündeki araştırmanlığım sırasında düşünce fotoğrafçılığının GERÇEK’liğini tamamen gördüm. Ortada gözükmeyen soyut bir düşüncenin somutlaşması mekanizm ile materyalizmi yerle bir eder.
Bundan kendine zafer payı çıkarmak isteyen bir Spirtüalist-vitalist ise, hemen düşüncenin enerji olduğunu söyler, sübje’nin obje olabileceğini, bilimsel bir açıklama getirmeksizin ileri sürerler.
Olayın fizik açıklaması şöyle olmalıydı: Telepatlar, arasında soyut eşya yani eksi bir nesneyi değiş-tokuş ediyorlardı. Gizli değişkenler mekanizması şu ilişkiydi: İki telepat kendi bireysel tünellerini, SÜPER UZAY (Misal âlemi) denen toplu akıl-bilinçaltı sistemde irtibatlıyorlar, oradaki düşünce kalıbını da, eksi ağırlıktaki soyut kütle olarak değiş-tokuş edebiliyorlardı.
Kozmik bilinç, bu bağlantıyı kurunca, alıcı taraf, tünelinin ucundaki soyut eşyayı yeniden beyninin saklı kanalında canlandırıyordu.
Comments